22 Nisan 2014 Salı

Fayda Bağlamında Teknoloji Kullanımı

Teknoloji sözlük anlamıyla; insan gereklerine uygun, yardımcı alet ve araçların yapılması demektir. Bu anlamıyla her döneme özgü ihtiyaçların ortaya çıktığı ve eski çağlara kadar dayanan bir kavram olarak görülebilir. Fakat 19.yy.'dan itibaren modernite kavramının gelişimiyle teknoloji farklı anlamlar kazanmaya, insan hayatının her alanında kendini göstermeye başlamıştır. Artık günümüzde insanlar kendi ihtiyaçlarına uygun teknolojiler üretmekten çok, üretilen teknolojileri ihtiyaç haline getirmeye başlamış durumdalar. Temel ihtiyaç tanımlarımız değiştirilmiş ve içerisine sadece büyük şirketlerin fayda sağlayabileceği bir sistem eklenmiştir. Buradan teknolojiye karşı olduğumuz veya gerekliliğini tartıştığımız anlamı çıkmasın. Aksine, geliştirilen ya da oluşturulan her yeni kavram ve sistem, insanların doğru kullanımı çerçevesinde gerekli faydayı sağlayacaktır. Bunu dışında kalanları ister sistemin bize ihtiyaç olarak gösterdiği üretim-tüketim çılgınlığı (alın-verin ekonomiye can verin) adı altında, ister küresel güçlerin insanı düşünmekten alıkoymak için oluşturdukları bir düzen olarak inceleyin. En basit şekliyle cep telefonlarımızı göz önünde bulunduralım; en geniş çaplı ihtiyaçlarımız konuşma, mesajlaşma ve yine ihtiyaç kadarıyla faydalı internet kullanımıdır. Ancak bizler varolan telefonumuzu nasıl iyileştirebiliriz diye zaman ve para harcayabilen, tüketime endeksli bir konumdayız.
Bundan 115 yıl önce 1899 yılında Amerikan Patent Dairesi Başkanı “Artık yeni bir şey yok, icat edilecek herşey icat edildi.” diyebiliyorken, günümüzde üretilen her yeni teknoloji çok çabuk benimsenir hale geldi. Hatta benimsemekten fazlası, hayatımızın bir parçası olmuş durumda. Boş zamanları bile etkisi altına alarak, artık bir amaç değil bir araç durumuna geçmiştir. Artık teknoloji insanın ihtiyaçlarını karşılamaktan çok, insanları kontrol altına almak isteyen kişiler, aileler, medya patronları tarafından kullanılan bir konumdadır.
Örneğin araştırmalar gösteriyor ki; akıllı mobil cihazların ve sosyal medya dediğimiz oluşumların yaygınlaşması ile insanlar boş zamanlarında internetten faydalanmaktan çok, söz konusu mecralarda boş zamanlarını öldürüyorlar. Mobil uygulamalar için bir analiz cihazı olan FLURRY'nin blogunda yayınladığı verilere göre “Amerikalı kullanıcılar akıllı mobil cihazlarıyla günde 2 saat 42 dakika geçiriyorlar.” Bu sürede en çok kullanılan uygulama ise Facebook. Bunun ülkemizde farklı olmadığınıda “Price Waterhouse Coopers” isimli yerli denetim ve danışmanlık şirketinin internet kullanımı üzerine yaptığı araştırmada görebiliriz. Sosyal medyada geçirilen sürelerde Türkiye, ayda ortalama 10,2 saatle dünyada 4. sırada. Bu zaman diliminin çok daha farklı şekillerde değerlendirilebileceği konusunda hemen herkes hemfikirdir. Fakat bizden istenilen bu değil elbette. Bizden istenilen, üretilen şeyleri onların istediği şekil ve amaçla kullanmamız. Boş zamanlarımızı değerlendirmek yerine öldürmemiz, düşünmememiz, söylenilenleri kabul etmemiz, sorgusuz şekilde sadece eğlence amaçlı kullanmamız isteniyor. Bize düşen ise biraz daha bilinç. Arz-talep mantığıyla oluşturulan günümüz ticaret anlayışında belirleyici nokta toplumların tutumlarıdır. Beklentilerimizi ihtiyaçlarımızın önünde tuttuğumuz sürece dar bir kesimin zenginliklerine zenginlik kattığımızı unutmamak dileğiyle.

Yarattığı bakış açısı ve konuya verdiği destek dolayısıyla değerli arkadaşım Onur Erdemir'e teşekkür ediyorum. Selam ile...

16 Nisan 2014 Çarşamba

Dünyanın En Kötü İnsanı- Aleister Crowley

Crowley 1875 ylında İngiltere'de doğmuştur. Babası hristiyanlığın en uc tarikatı olan “Darbyte” tarikatına bağlı koyu bir protestandır. Babası öldükten sonra annesi onu incilde geçen “The Beast” diye çağırmaya başlamıştır. Canavar anlamına gelen bu kelimenin hakkını verebilmek için Crowley herşeyi yapmıştır. Crowley, hayatın en keyif veren şeylerinin günah olarak adlandırılan şeyler olduğunu öne sürmüş ve bu eylemleri hayatının merkezine oturtmuştur.
Satanizmin kurucusu olarakta bilinen Crowley'nin bilinen bazı sıfatlarına bakalım; İngiliz okultist, Skoç Riti'nde 33. derece Büyük Üstad, hür mason, satranç ustası, mistik, dağcı, yazar, şair, ressam, astrolog...
Crowley bu sıfatlarından daha çok yaptığı kanlı ayinler, kullandığı uyuşturucu ve katlettiği hayvanlar ile tanınıyordu. Felfesini oluşturan temel kavram “Canın ne istiyorsa onu yap”. Şeytanın kendisine yazdırdığını iddia ettiği kitabı olan The Book of Law (Kanun Kitabı)'da ayrıntılı şekilde bunları anlatıyordu. Örneğin, “insanın canı taşkınlık yapmak istiyorsa hemen yapmalı, birine karşı kızgınlık hissediyorsa bunu hemen dışa vurmalı, hatta karşısındakini öldürmek istiyorsa öldürmeli” gibi sapkın bir inanca sahipti. Kitabında sarfettiği bu sapkın sözleri şöyle savunuyordu; “Ben kutsal şeylere küfretmeyi, cinayeti, tecavüzü ve devrimi istiyorum. İyi ya da kötü herhangi bir şeyi, yeterki güçlü olsun.” Güçlü olmanın kötü olmakla ve kötüleri savumakla olacağına inanan Crowley, yaptığı ya da savunduğu şeylerin güçlü olmasını sağladığı sürece kendisi için hiçbir engel teşkil etmediğini heryerde dile getirmiştir. Şeytanın kendisine yol gösterdiğini, aslında insanın mutluluğunu, istediklerini yapabilme özgürlüğünü şeytanın onlara verebileceğini savunmaktadır.
Satanizm yıllarca bizlere televizyonda gösterildiği gibi siyah tişörtlü ve makyajlı çocukların kedi kesmesi değildir elbette. Her ne kadar “değerli” basınımız satanist kavramını sıradalaştırma gayretinde bulunsa da ne yazık ki gerçekler öyle değildir. Satanizm felsefsinin temelini, insanın kendi benliğini ilahlaştırması, istek ve arzularını tek amaç haline getirmesi oluşturmaktadır. Crowley'nin bahsettiği ve kendi hayatında uyguladığı şey de tam budur. Yaptığı büyüleri bilimsel açıdan değerlendirmeye çalışan, mistik tüm olayları bilimsel tezlere dayandıran, ancak din ahlakı ve kabul görmüş iyilik temelli tüm akımların aptalca olduğunu iddia eden biridir.
Bencillik, ego, kibir diye adlandırdığımız ve ortalama bir insan için ahlaken yanlış, dinine bağlı bir insan için ise hem ahlaken hem de dinen yanlış olan şeyler, Crowley ve oluşturduğu satanizm akımının temel aldığı kavramlardır.
Crowley 1947 yılında hayatını kaybettikten sonra 1960'larda Amerikada ortaya çıkan ve modern satanizm diye adlandırılan akımın öncüsü ise Anton Szandor Lavey isimli biridir. Lavey 1966 yılında Şeytan Kilisesini (The Church of Satan) kurduğunu açıklamıştır. Ancak özünde kötülük olduğunu iddia eden Crowley kadar etkin olamamıştır.
Daha önceki yazılarımızdan birinde Crowley'nin ABD başkanı Bush'un dedesi olduğunu yazmıştık. Tekrar hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bizi kimlerin, hangi amaçla ve nasıl yönettiklerini bilmek, sorgulamak ve doğru çıkarımlarda bulunmak zorundayız.
De ki: “Pis olan şeyle temiz olan şey bir olmaz, pis olanın çokluğu hoşa gitse bile.” Ey selim akıl sahipleri, Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz. (Maide/100)

Selam ile...

8 Nisan 2014 Salı

2. Abdülhamid'in 113 Yıllık Petrol Haritası

Hepimizin arkadaşlarımızla bile bir araya geldiğimizde konuştuğumuz bir konu vardır; Türkiye'de petrol çıkıyor mu, çıkıyorsa nerelerde? Bu sorunun cevabını aslında 2. Abdülhamit 113 yıl önce vermiş bizlere. Elbette bazıları bunu görmemizi, görsek bile üzerine gitmemizi yüz yıldan fazladır engellemiş ve daha ne kadar engelleyecekler acaba. Bu denli önemli bir kaynağı, ki günümüzde akan kanların birçoğu bunun içindir, kim yada kimler bizden uzak tutmaya çalışıyor?
Önce Abdülhamid'in haritasına bir göz atalım. Cevabı zaten haritada yer alan noktalarla bugünkü durumu karşılaştırdığımızda alacağız. Hazine-i Hassa'dan, yani kendi cebinden verdiği para ile Alman maden mühendisi Paul Groskoph ve Habib Necip Efendi başkanlığında bir ekip oluşturarak Anadolu topraklarındaki petrol yatakları için bir araştırma yapılmasını istemiştir. 22 Ekim 1901'de araştırma raporu Abdülhamid'e sunulmuş ve ilginç sonuçlar çıkmıştır. Araştırma sonucunda petrol yatağı olan bölgelerin günümüzdeki durumlarını ele alarak yorumlayalım.
Sözkonusu haritada petrolün en yoğun olduğu bölgeler Herekol, Cudi ve Gabar bölgeleri. Bu bölgelerin isimlerini televizyonlarda ve gazetelerde en çok terör olayları ile anıldığında duyarız. Cudi'de Çatışma, Gabar'da hain Pusu! Hayır. Buralar bölgenin en yoğun petrol yataklarıdır. Birileri bu topraklar üzerinde huzur, barış ve güvelik gelmemesi için elinden geleni yapmakta ve bu konunun akıldan bile geçmemesini istemektedir. Terör ile anılan diğer bölgelerden bazılarına da göz atalım, sizdeki çağrışımlarına lütfen dikkat edin. Habur, Cizre, Bismil, Botan Çayı, Hakkari, Diyarbakır. Terör, şehit, silah, kan...
3 Şubat 2014 tarihinde Siirt Valisi Ahmet Aydın'ın yaptığı açıklamanın bir kısmını olduğu gibi aktarıyorum; "Bölgede 100 yılı aşkın süredir yürütülen petrol arama çalışmaları çok büyük can kayıplarına neden oldu. Daha önce bölgede araştırma yapan Türk mühendisi ölü bulundu. Petrol yataklarının en yoğun olduğu Herekol, Gabar ve Cudi dağında terör olayları yaşanıyordu. Türkiye'de ve özellikle bölgede yabancı güçler petrolün çıkarılmaması için aktif rol oynuyordu."
Aynı günün bir başka haberi. Siirt'in Eruk ilçesi Ziraat Odası Başkanı Metin Sayın'ın açıklaması. Onu da olduğu gibi aktarıyorum; "1974 yılında çıkarılan Petrol Kanunu ile yabancılara petrol arama izni verildi. ABD ve İngilizler bölgede petrol arama çalışmaları yaptı. Açılan kuyuları 'petrol yok' diyerek kapattılar. O dönem ilçemizde açtıkları kuyunun beş yüz metre uzağında petrol bulundu.
ABD ve güdümündekilerin kontrolünde bulunan ve yanıbaşımızda olan Kerkük, Musul, Süleymaniye gibi bölgelerde dünyanın en kaliteli ve en yoğun rezervleri bulunurken, birkaç kilometre ileride, bizim topraklarımızda "petrol yok" diyerek kuyuları kapatanlar ile terörü besleyen, araştırma yapan Türk mühendislerini öldürenler aynı kişilerdir.
Abdülhamid'in 113 yıl önce oluşturduğu haritada yer alan ve topraklarımız dışında kalan her yerde petrol çıkarılmaktadır. Ya Abdülhamid geleceği gören bir devlet adamıydı ya da attığı tutan çok şanslı biri. Lütfen özellikle yabancı kaynaklardan sözkonusu harita ile ilgili çıkan haberlere göz atın. Tamamına yakını, haritanın şuan sınırlarımız içinde bulunan bölgelerin yerleşim yeri olarak işaretleneceğine, "yanlışlıkla" petrol yatağı olarak işaretlendiğini söylemektedir. Dikkatsiz mühendisler ve dikkatsiz padişah. Selam ile...

















2 Nisan 2014 Çarşamba

İznik Konsili (Konsey) ve İncil

Milattan sonra 325 yılında üçyüzden fazla hristiyan rahip, dönemin Roma İmparatoru Konstantin'in emri ile, İznik'teki konsilde bir araya gelmiştir. Konsil'in toplanma amacı, Hz. İsa'nın ölümünden sonra, onun Tanrı'nın oğlu inanışını şekillendirmek ve İncil üzerinde itilaf edilen konulara açıklık getirmektir. Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu inancı İncil'deki bazı ayetlerin yorumlanması üzerine ortaya atılmış ve dönemim güçlü rahipleri tarafından savunulmuştur. Aksini iddia eden ve Hz. İsa'nın sadece bir peygamber olduğunu savunan küçük kesimin başını, dönemin Mısırlı rahibi Airus çekmektedir. Airus'un görüşlerini destekleyenler ise yaklaşık yirmi kişilik bir rahip topluluğudur. İmparator Konstantin, Airus'un destekçisi olan ve doğuda yaşayan rahiplerin konsile katılmaması için, önce Ankara olarak duyurusu yapılan konsilin yerini İznik olarak değiştirmiş ve aslında sonucu en başından belirlemiştir.
Günümüze kadar gelen ve hepimizin bildiği Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlemesi söz konusu konsilde alınmış olan bir karardır ve bunu kabul etmeyen herkes "sapkın" olarak ilan edilmişlerdir. Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu önermesi de yine konsil kararıdır. Konsil'in karar metnini bir alıntıyla gözden geçirelim.
"İnanıyoruz ki...
Rab İsa mesih tanrının oğludur...
Baba tanrıdan sudur (meydana çıkma, türeme) etmiştir...
Baba tanrı ile aynı özdendir. Tanrıdan tanrıdır...
Işıktan ışıktır...
Tanrıyla aynı özden olup, tanrıdan sudur etmiştir...
Yaratılmamıştır...
Onun (Hz. İsa) aracılığıyla gökte ve yerde olan herşey yaratılmıştır...
O ki biz insanlar için, kurtuluşumuz için aşağı inmiş, beden bulmuş ve insana dönüşmüştür...
Acı çekmiş, üçüncü günde dirilmiş ve göğe yükselmiştir...
Ölüleri ve dirileri yargılamak için yeniden gelecektir...
Ve inanıyoruz ki Kutsal Ruh da tanrıdandır...
Eğer kim "Tanrı'nın oğlunun olmadığı bir zaman vardı", "sudur etmeden önce yoktu", "önceden var olmayan şeylerden yapıldı", "Baba'dan farklı bir özdendir" ya da onun bir yaratılmış olduğunu ve dönüşüme açık olduğunu diyecek olursa... Katolik kilisesi tüm bu sözleri söyleyenleri lanetler... (Kaynak: Katolik Ansiklopedisi, "Birinci İznik Konsili", 1913)

Yukarıdaki metne imza atmayan Airus ve yandaşı olan az sayıdaki rahip afaroz (dinden çıkarma) edildiler. Yarım yüzyıl direnmeye devam etseler de günümüze herhangi bir anlayış aktaramamışlardır. Luka, Matta, Yuhanna ve Markos isimli rahiplerin "yazdığı" incil, yazılan yüzlerce incil arasından kabul görenler oldu ve bugünkü incili oluşturdu. Roma katolik kilisesi "Tanrı'nın iradesi bu toplantıda tecelli etti" dese de, görünen o ki asıl tecelli eden Roma İmparatorluğunun iradesidir.
İnsanların görüşlerini, özellikle de dini inanışlarını sorgulamak veya yargılamak elbette bizlere düşmez. Ama şu soruyu sormamak, Allah'ın ısrarla kullanın dediği aklımızı kullanmadığımız anlamına gelir. Her konuda "ileri" olan medeni hristiyan toplumların, tarihi belgelerle rahatlıkla ispatlanabilen ve mantık yürüterek dahi kavranabilecek bir durumu sorgulamadan kabul ederek geride kalması ve açıklanabilir tüm kaynakları gözardı etmesinin sebebi nedir? Bir sonraki yazımızda bu soruya olabildiğince cevap arayalım. Selam ile...
"Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden bir takımı, Allah'ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi." Bakara-75.







24 Mart 2014 Pazartesi

Benim Adım Yeni Dünya Düzeni!

Merhaba benim adım Yeni Dünya Düzeni, kimileri bana kapitalizm, kimileri de emperyalist düzen der. Size bugün neleri yapabileceğimi ve yaptığım şeylerden nasıl haz aldığımı anlatacağım. Hakkımda söylenenlerle ilgili konuları ve gerçek amacımı bir de benden dinleyin.

Benim adım yeni dünya düzeni, dünya barışı diye bir kavramı aklınıza sokup, aslında komşunuzdan nefret etmenizi sağlayan benim.
Benim adım yeni dünya düzeni, ahlakınızda o kadar çok erozyon oluşturdum ki babanız ölüm döşeğindeyken sizin düşündüğünüz şey kardeşlerinizle yapacağınız miras paylaşımıdır. Aslında yalnızca bir kağıt parçası olan para, benim en sevdiğim şeydir. Sizi de böylesine aptalca bir şeye inandırdığım ve uğruna kanlar döktürdüğüm için çok mutluyum.
Benim adım yeni dünya düzeni, her yıl 20 milyon çocuk açlıktan ölürken, ben sizi koşu bandı üzerinde yediklerinizi eritmeniz için teşvik ederim. Koşu bandını üreten şirket benim için çalışır. 600 milyon obez ve 1,4 milyar aç insanı aynı dünya üzerinde yaşatan benim.
Benim adım yeni dünya düzeni, siz farkında olmadan her yıl ortalama 100.000 reklamı karşınıza çıkartabilirim. Serbest piyasa ekonomisi diye uydurduğum kavram ile zengini daha da zengin bir hale getiririm ve siz bunun adına "başarı" dersiniz.
Benim adım yeni dünya düzeni, birşeyleri anlamanıza yada sorgulamanıza gerek yok. Dininizi en güzel ben anlatırım size. Kuran okumanıza yada insanlarla fikir alışverişinde bulunmanıza da gerek yok. Namaz kılarken düşünmeniz gereken en önemli şey, ay sonu yapmanız gereken çek ödemenizdir.
Benim adım yeni dünya düzeni, çocuklarınızı bilgisayar oyunlarına o kadar bağımlı bir hale getiririm ki çevrenizden birinin öldüğünü söylediğinizde "tek canımı kalmış" diye sorarlar size. Moda denen kavramı ergenlik çağındaki kızlarınızın üzerine öyle bir salarım ki % 78'i dış görünüşlerinden rahatsız olur.
Benim adım yeni dünya düzeni, güzelliğin tanımını artık ben yapıyorum. En güzel kadın, en çok estetik yaptıran kadındır. En şık olanı ise "marka" kıyafetlerle dolu dolapları olanıdır. Tüm kadınlara çağrım şudur; bir obje olduğunuzu gözardı ederek alışveriş merkezlerine koşun!
Benim adım yeni dünya düzeni, Madonna'nın sadece Londra'da sahip olduğu evlerde 600 evsiz insanı barındırabilecekken, ben onu size ilah olarak sunarım. Bir kahve üreticisinin Starbucks'tan kahve içmesi için 3 gün çalışmasını, Tayland Disney fabrikasında çalışan bir çoçuğun Disneyland'a girecek kadar parayı toplaması için 55 gün çalışmasını sağlarım.
Benim adım yeni dünya düzeni, dünya altın rezervlerinin % 90'ının Afrika kıtasında bulunmasına ve her yıl çıkan pırlantanın tüm Afrikayı rahatlıkla doyurabileceğini bilmeme rağmen umurumda olan tek şey akşam yemeğini nerede yemeliyim sorusuna cevap bulmaktır.
Benim adım yeni dünya düzeni, % 64'ünü kokain bağımlısı yapmış olmama rağmen size hala Hollywood yıldızlarını sevdirebiliyorum. Sokağa çıktığınızda onlar gibi giyinmeli, yürümeli ve konuşmalısınız. Belki siz de kokain yada benzeri madde bağımlısı olursunuz, ne güzel değil mi?
Benim adım yeni dünya düzeni, sürekli eksik birşeylerin olduğu hissini sana aşılıyorum ki sık sık alışverişe çık. Aynı tişörtü tekrar giymek çok ayıp. Senin nasıl daha fazla alışveriş yapmanı sağlayacağımı araştırmak için nörologlara ödenekler veririm. Alışveriş merkezlerindeki müzik hoşuna gidiyor mu?
Benim adım yeni dünya düzeni, en çok sevdiğim insan türü 3. dünya ülkelerinin toplumlarıdır. Ben onların petrollerini dilediğim zaman, dilediğim kadar alıyor olmama rağmen, onlar benim ülkemin sınırına bile yaklaşamazlar. Ben senin tüm kaynaklarını sömürürken senin gelip benim ülkemde tatil yapmak ne haddine.
Benim adım yeni dünya düzeni, seni çocukluğundan itibaren öyle bir para kölesi yaparım ki arkadaşlarının takıldığı "kalite" mekana gidemediğin için intihara kalkışırsın. Ailen mi? Onlar televizyonlarıyla mutlu.
Benim adım yeni dünya düzeni, tüm bankalar benim evlatlarım gibidir. Fakirden alıp zengine vermelerini ben emrettim onlara. Ama haksız mıyım, biri fakir olmadan diğeri nasıl zengin olsun. Unutma! Aklına "çok zengin olmalıyım" imajını yerleştiren benim.
Benim adım yeni dünya düzeni, sizi sürekli işle meşgul ediyorum ki düşünmeye ve sorgulamaya çok vaktiniz kalmasın. Sizin yerinize düşünecek kişiler ve kurumlar var ya hani, işte onların hepsi bana hizmet ediyor. Tuhaf düşünceleri atın aklınızdan, uyanın, çalışın, yiyin ve tekrar uyuyun. Geri kalan zamanlarınızda, ki bu günde ortalama 5 buçuk saat oluyor, televizyon izleyin.
Benim adım yeni dünya düzeni, hepiniz benim kölemsiniz. Annenizi, babanızı, sevdiğinizi, öğretmeninizi, kadınlarınızı, çocuklarınızı, yaşlılarınızı, engellilerinizi ve benzeri tüm sosyal gruplarınızı ne zaman anacağınızı ve seveceğinizi ben söylerim size. Sizlerde yine alışveriş merkezlerine koşarak onlara hediye alır ve çok seviyormuş numarası yaparsınız.
Benim adım yeni dünya düzeni, anlattıklarım karşısında kendimden nefret ettim. Ama siz beni hep sevin olur mu?
Bye bye...

18 Mart 2014 Salı

Bilderberg Toplantıları


1954 yılından beri düzenli olarak organize edilen ve geçtiğimiz yıl 61. kez düzenlenen Bilderberg Toplantıları, dünya ekonomi ve siyasetinde etkin kişileri bir araya toplayan bir oluşumdur. Adını Hollanda’da ki bir otelden alan toplantı, ilk kez 1954 yılında düzenlendiğinde, tabiri caiz ise otele ilk gelen kurum CIA’dir. Resmi olmayan kuruluş amacı ise Avrupaya yayılan ABD karşıtlığını önlemektir.  Rothschild’lerin “aile dostu” Rockefeller’da grubun temel taşlarından biridir. Burada bir parantez açmak istiyorum. Rothschild ismini her gördüğümüzde, ki onlar her konuda karşımıza çıkıyorlar aslında, takıntılı bir konumdaymışım gibi geliyor olabilir. Ancak emin olun ki dünya ekonomisinin neredeyse yarısına hükmeden bir ailenin bu kadar sık karşımıza çıkması kaçınılmaz.
Bu toplantılar ile ilgili üzerinde en fazla konuşulan konu ise gizliliğidir. Toplantıya devlet yöneticileri, işadamları, gazeteciler ve bürokratlar katılır. Katılacak kişiler ise önceden belirlenerek davet üzerine orada bulunurlar. Davete icabet etmek saygıdandır elbette. Ancak gidilen yerin ne amaçla kurulduğu sorusunu sormak ve gizlilik ilkelerinin gerekliliğini sorgulamak, aklı başında her insan için kaçınılmaz olmalıdır. Aksini bilerek hareket etmek vicdan muhasebesinin sınırlarını zorlamayı da beraberinde getirir.
Bu toplantılara onlarca gazeteci davet edilmesine rağmen, içeride ne konuşulduğuna dair tek bir kelime dahi göremezsiniz. Gazetecilerin çağırılma sebebi haber yapmaları değil, dünya siyasetini yönetenlerin bir sonraki atacağı adımı bilerek ona göre hareket etmelerini sağlamaktır. İyi yada kötü, içeride ne konuşulup karar alınıyorsa, bunda gazetecilerin de payı vardır. Birçok marjinal grup tarafından her yıl “protesto” edilse de gerçek anlamda önüne geçilmesi mümkün olmayan bir oluşumdur. Genel kanı dünya siyasetine yön vermek ve dünyanın ihtiyaçlarını belirlemek amacıyla bir araya gelinmesi olsa da gerçek amaç ne yazık ki o yönde değildir. Grubun önde gelenlerinden, Rothschild’lerin bir numaralı “aile dostu”, David Rockefeller 1991 yılında Almanyanın Baden şehrinde yapılan toplantı sonrası şunları söylemiştir; “Washington Post, The New York Times, Time Dergisi ve diğer büyük yayınlara şükran borçluyuz. Senelerdir toplantılarımıza iştirak etmelerine rağmen ketumiyet sözünü tuttular. Eğer kamuoyunun bilgisinde olsaydı bizlerin dünya için bir plan geliştirmemiz imkânsız olurdu. Fakat dünya artık çok daha girift ve dünya hükümetine doğru gitmek için çok daha hazır. Entelektüel elit ve dünya bankerlerinden oluşan uluslar-üstü bir yapı, geçen yüzyıllarda uygulanan ulusal, kendi geleceğini tayin etmeden, kesinlikle daha iyidir.” Yorumu tamamen size bırakmak istiyorum.
Biraz da katılımcılara göz atalım; küresel şirketlerin CEO’ları her yıl bu toplantılarda yerlerini alıyor. Bunlar; Deutsche Bank, Telecom İtalia, Amazon, Heineken, Google, BP, EADS, Goldman Sachs, HSBC, Shell, Lazard, Siemens, Michelin ve daha birçoğu. Türkiye de dahil dünyanın birçok ülkesinden politikacılar ve diplomatlar. Yine bu ülkelerin önde gelen şirketlerinin temsilcileri. Örnek teşkil etmesi amacıyla 2013 yılında Türkiyeden katılan isimler; Ali Babacan (Başbakan Yardımcısı), Şafak Pavey (Chp Milletvekili), Mustafa Koç (Koç Holding), Haluk Dinçer (Sabancı Grubu), Aslı Aydıntaşbaş (Gazeteci), Soli Özel (Gazeteci). Tüm geçmiş katılımcıları her mecrada rahatlıkla bulabilirsiniz.

Her yıl neler konuşulduğu ve ne gibi kararlar alındığı bilinmez ancak bizi yönetenlerin bizden gizli tutmak istedikleri şeyleri ben çok merak edyorum açıkçası. Eğer tüm bunlar bizlerin yararına ise lütfen biri bana bu yararları izah etsin. Eğer değil de tüm yapılan planlar küresel semayelerin çıkarına ise kimse kusura bakması ama aptal yerine konmak benim hiç hoşuma gitmiyor. Selam ile…

11 Mart 2014 Salı

Kennedy Suikasti ve Rothschild Ailesi




22 Kasım 1963'te öldürülen 35. ABD başkanı John Fitzgerald Kennedy ile ilgili bugüne kadar birçok teori ortaya atıldı. Resmi kaynaklarda belirtilen "komünist vatan haini" Lee Harvey Oswald'in öldürdüğü iddasına artık inanan insan kalmadı desek yeridir. Biz kimin öldürdüğü ve nasıl öldürdüğünden ziyade, neden öldürüldüğünün üzerinde duracağız. Bunun için önce Kennedy'nin son dönemlerinde ki politikalarına göz atalım.
Kurulduğu dönemden beri Ortadoğu'da huzur bırakmayan İsrail, 1960 yılında ABD başkanı seçilen Kennedy ile politik yaptırımlar yüzünden ters düşmüştür. Ayrıca Kennedy ilk katolik ABD başkanıdır. Babası da kendisi gibi politikacı olan Kennedy, aynı zamanda seçilen en genç ABD başkandır. Babası İngiltere büyükelçiliği yaptığı dönemde Yahudiler tarafından hedef haline gelmiştir. Babası gibi kendisi de Yahudiler tarafından hiç sevilmemiş ve seçimden önce kendisine yapılan "başkan seçilmesi durumunda Ortadoğu'da İsrail yanlısı politika izlemesi karşılığında, milyonlarca dolar seçim desteği" teklifini, kendisine hakaret olarak aldığını iletmiş ve reddetmiştir. Teklifi yapan kişi, soyadının size hiç yabancı gelmeyeceği, Sigmund Rothschild'dir. Bunun yanında İsrail Devletinin Amerika üzerindeki siyasi etkisinden rahatsız olduğunu her platformda dile getirmiş ve Amerikan halkının bağımsızlığını zedelediğini söylemiştir.
Nihayetinde Kennedy Amerikan halkının çok büyük desteğini alarak başkan seçilmiş ve ABD politikalarında köklü değişimlere başlamıştır. Öncelikle dış politikada İsrail'in sert tutumlarına karşı çıkarak, "nükleer silahlanma" programını sonlandırması için dönemin İsrail başbakanı Ben Gurion'a sert bir dille mektup yollamış, "nükleer programı durdurmaması durumunda Amerika'nın yaptırım uygulamaktan kaçınmayacağını" belirtmiştir. Ben Gurion cevap olarak aşağılayıcı bir dille ağır ithamlarda bulunmuştur. Sonrasında devam eden mektuplaşmalarda Ben Gurion baskıya dayanamamış ve istifa etmiştir. Yahudi kökenli Amerikalı politikacılar Kennedy'i ikna etmeye çalışmışsa da başarılı olamamışlardır.
Bununla yetinmeyen Kennedy iç politikada da düzenlemelere gitmiştir. Birçok ülkenin Merkez Bankası'na sahip olan Rothschild ailesi, o döneme kadar ABD Merkez Bankasının tüm faaliyetlerini yürüten Fedaral Reserve Bank ile ABD Dolarının tek sahibidir. Kennedy'nin ABD temsilciler meclisine danışarak çıkarttığı 11110 sayılı kanun ile Amerikan dolarını basma yetkisini Rotschild'lerin sahibi olduğu Federal Reserve Bank'ın elinden alarak Amerika Merkez Bankasına vermiştir. Gerekçe olarak da "bir ülkenin parasının basımı ve kullanımının özel şirket ve şahısların elinde olması çok tehlikelidir" demiştir. İsrail'in tüm politikalarını üzerine inşa ettiği ABD doları artık kontrolünden çıkmış ve Kennedy'nin bu hamleleri hem siyasal hem de ekonomik yaralar açmıştır.
Artık Kennedy'nin suyu iyice ısınmış, yara almış hayvan gibi olan İsrail karşı saldırı planlarını devreye sokma kararı almıştır. Bir sonraki seçimleri bekleyerek Kennedy'nin kaybetmesini ummak İsrail için alınabilecek bir risk değildir. Kaldı ki Amerika halkı Kennedy gibi bir başkana büyük sempati beslemekte ve her kesimden destek gelmektedir. Kennedy'nin seçimi "kaybetmesini sağlamak" da geçerli bir hamle olmayacaktır, çünkü beslenen sevgi Kennedy'nin en büyük gücüdür. Geriye tek bir seçenek kalmıştır; ortadan kaldırmak. Kennedy ortadan kalktığında yasa gereği başkan yardımcısı onun yerini alacaktır. Dönemim başkan yardımcısı Lyndon Johnson, İsrail hayranı bir siyasetçi ve politik hırsları yüzünden Rothschild'lerin sözünden çıkmayacak bir uşaktır.
Tüm plan hazırdır ve sahnelenecek oyun insanları bir süreliğine susturmaya ve sonrasında unutturmaya yeterli olacaktır. 22 Kasım 1963'te Dallas'ta üstü açık arabasıyla halkı selamlamak üzere yolda olan Kennedy, "komünist vatan haini" Lee Harvey Oswald tarafından öldürülmüştür. Birkaç saniye içerisinde 4 farklı noktadan 6 el ateş edebilen Oswald apar topar yakalanarak hapse atılmıştır. Suikaste yakından şahit olan 57 kişi, dava devam ederken, "kaza sonucu" ve "intihar ederek" hayatını kaybetmiştir. İki gün sonra mahkeme önünde öldürülen Oswald'in katili ise sıradan bir bar işletmecisi Jack Ruby'dir. Ruby, Oswald'i öldürme nedenini "Amerikanın komünistlerden aldığı intikam" olarak değerlendirmiştir. Kennedy'nin otopsisini ABD'li üst düzey generaller yapmış ve ölüm şeklinin belirlenebilmesi için kilit rol oynayacak olan kafasına giren kurşun hiçbir zaman bulunamamıştır. Ailesi kafatasının açılarak kesin ölüm nedeninin belirlenmesi için talepte bulunsa da kabul edilmemiş, Kennedy apar topar gömülmüştür.
Bu ölümden sonra ABD politikaları eskiye dönmüş, İsrail nükleer santralleri tekrar devreye sokmuştur. Bunun yanında ABD dolarını basma yetkisi Rothschild'lerin sahibi olduğu Federal Reserve Bank'a geri verilmiştir. Rusya ile başlayan soğuk savaş tüm dünyayı etkilemiş ve ardından hepimizin bildiği Vietman savaşı meydana gelmiştir. CIA tarafından dünya dengelerini yönetmek üzere kurulan GLADIO adlı kanlı örgüt, tesadüf, Kennedy'nin ölümü ile hayat bulmuştur. Türkiye'de sağ-sol çatışmasını başlatan ve 12 Eylül'ün mimarı olan GLADIO örgütünü, ileri ki yazılarımızda irdeleyeceğiz.
Dünya siyaseti ve ekonomisinde ki en büyük sözün sahibi olan Rothschild ailesi, Kennedy suikastinde de rol almış mıdır bilinmez. Ancak emin olduğumuz tek şey; tüm benzer gelişmelerde bütün sonlar onların lehine olmuştur. Selam ile...



4 Mart 2014 Salı

Savaşlar, Ekonomi ve Rothschild Ailesi (2)

Bir önceki yazımızda Rothschild ailesinin ekonomik gücünün etkileri ve savaşlarda oynadığı rollerden kısaca bahsetmiştik. Böylesine güçlü ve devasa bir “ailenin” sahip olduğu yaptırımları ve dünyada gelişen olaylara müdahalesini tahmin etmek dahi oldukça güç. Birçoğumuzun tahayyül edemeyeceği şeyleri onlar rahatlıkla yapabilmektedir. Rothschild ailesinin müdahil olduğu savaşları irdelemeye devam edelim.
Filistin topraklarının bir kısmının Osmanlı topraklarından ayrılmasından sonra yayınlanan ve İsrail Devleti’nin kurulmasının adımlarının atıldığı “Balfour Bildirisi” ile birlikte Orta Doğu’ya sızmaya başlayan aile, bölgedeki zengin petrol yataklarını BP-Amoco (bildiğimiz BP) ve Royal Duth Shell (Bu da bildiğimiz Shell) şirketleri ile kuşatmış ve bölge pazarının tek hakimi haline gelmiştir. Bu hakimiyet Balfour Bildirisi’nin hazırladığı siyasi hakimiyet ile birlikte İsrail Devletinin kurulması için gereken ekonomik yaptırım gücünü de Rothschild’lere vermiştir. Kurulan bir fon ile aktarılan 2 milyon sterlinlik para ile de son adım atılmış ve artık eksik olan tek şey devleti oluşturacak halkı topraklara getirmek olmuştur.
Birinci dünya savaşından yerle bir olarak çıkan Almanya’da çöken ekonomiye destek yine Rothschild ailesinden geldi. 1924 yılından sonra düzenlenen ve Almanya’yı paraya boğan “Dawes Planı” ve “Young Planı”, ailenin dolaylı olarak sahibi olduğu, başta J.P. Morgan olmak üzere birçok finans kurumu tarafından desteklendi. Desteklenen bu ekonomik kalkınma planları sayesinde Almanya inanılmaz bir yükselişe geçti ve Hitler’in zirveye çıkmasına zemin hazırladı. Hitler’in İkinci Dünya Savaşı’ndan çok önce hazırlık yapmaya başladığı savunma sanayii ve askeri harcamaların kaynağını yukarıda ismi geçen ekonomik planlar sağlamıştır. Görünen o ki; sağlanan bu destekler Almanya’nın kalkınması için değil, Hitler ve onun oluşturacağı canavarın dünya sahnesine çıkması için yapılmıştır. Hitler’in yaptıklarının izleri bugün dahi o topraklarda görülebilmektedir.
Bildiğimiz gibi İkinci Dünya savaşı, Avrupa’da yaşayan yahudi toplumunu Filistin topraklarına göç etmeye zorlamıştır. Avrupa’da halinden memnun olan bu toplumun, büyük emellere hizmet etmek için bir şekilde o topraklara gitmesi gerekiyordu. Yapılan kıyım, mağdur olan insanlar, işlenen insanlık suçları pahasına İsrail Devleti’nin içi doldurulmak zorundaydı. Buraya bir de Rothschild ailesinin yahudi olduğu bilgisini de ekleyelim. Kendi soyundan insanların kırılmasını destekleyen bir zihniyetin, başka toplumların yok olmasına göz yummasını olağan karşılamak gerekmektedir.
Yapılan göçlerden sonra Filistin topraklarının %36’sı yahudi toplumu ile doldu. Topraklar üzerinde yaşanan kargaşa dolayısıyla 1947 yılında İngiltere konuyu Birleşmiş Milletler’e götürdü ve aynı yıl 29 Kasım’da şöyle bir karar çıktı; Filistin topraklarının en verimli bölgelerinden oluşan %56,47’ lik bölümü İsrail Devleti adı altında kurulan bağımsız devlete, geriye kalan ve büyük bir kısmını çöllerin oluşturduğu bölümü ise Filistin’in gerçek sahiplerine bırakıldığı. Kudüs ise özerk bölge olarak kaldı. Bugün o topraklarda yaşananların asıl sebebini yukarıda bahsettiğimiz olaylar zinciri oluşturmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nın sahneye konmasının sebep ve sonuçları ders kitaplarımızda yazanların çok ötesindedir.
Tüm bu şavaşların baş kahramanları olan ve dünyanın efendiliğine soyunan bu çokuluslu oluşumların, şirketlerin, Birleşmiş Milletler temsilcilerinin, devasa şirketlerin CEO’larının dilinde olan bir kavram var. New World Order! (Yeni Dünya Düzeni)
Dillerinden düşürmeyenlerin içeriği ile ilgili bilgi vermedikleri bu kavramın içini bir sonraki yazımızla birlikte elimizden geldiğince biz dolduracağız. Selam ile…



25 Şubat 2014 Salı

Savaşlar, Ekonomi ve Rothschild Ailesi

İnsanoğlu var olduğundan günümüze kadar tüm savaşların temel nedenini ekonomi oluşturur. Devletler yada geniş oluşumların ekonomik çıkarlarını korumaları ve dengeli bir şekilde yürütmeleri savaşlara bağlıdır. Kahramanlık hikayaleri, ulusal kahramanlar ve okullarda bize öğretilen neden ve sonuçlar sadece sorgulamamamız ve itiat etmemiz için önceden planlanan şeylerdir.
18. yy.’ın ortalarında bankacılık, bankerlik ve faizcilik gibi işlerle uğraşan ve dünyadaki tüm büyük savaşların finansörü olan Rothschild ailesine bakacağız biraz. Söz konusu ailenin şuan ki serveti dünya toplam varlığının yaklaşık %40’ı olarak kabul edilir. Ancak bu ailenin ismini televizyonda, dünyaca ünlü ekonomi dergilerinde yada gazetelerde göremezsiniz. Sebebinin yorumunu sizlere bırakıyorum.
Rothschild ailesi 1590 yılından beri dünya sahnesindeki yerini genişleterek korumaktadır. Kimilerine göre dahilerle dolu ve bunun doğal karşılığını maddi servet olarak alan bir aile iken, kimilerine göre ise dünyayı yöneten ve tüm olaylara yön veren bir ailedir. Ailenin ilk ortaya çıkışı İngiliz Kraliyet Sarayın’nda görülüyor. Stratejik, ekonomik ve siyasi danışmanlıklar yaparak Avrupa’da oldukça güçlü bir konuma geliyorlar. Devamında ise bankacılık, bankerlik gibi paraya ve ekonomik sisteme dayalı sektörlere el atıyor Rothschild ailesi. İlk büyük işleri İngiliz çiftçilerine verdikleri krediler ile başlıyor. Sonrasındaki 50 senede İngiliz Krallığından daha zengin olarak, devlete borç vermeye başlıyorlar. Sadece İngilizlerle kalmayıp Avrupanın dört bir yanına dağılarak tüm imparatorluklarda ve saraylarda söz sahibi olmaya başlıyorlar.
Bilindiği gibi devletlerin merkez bankaları ekonomik açıdan en stratejik noktalarıdır. ABD dahil olmak üzere Avrupanın hemen her merkez bankası (Türkiye’de dahil), Arap ülkeleri (özellikle Arap Baharı denilen olaylar dizisine maruz kalmış ülkeler) ve Afrika’da madenleriyle dünya rezervlerinin büyük bir kısmına sahip olan ülkelerin merkez bankalarının hatrı sayılır yüzdelerle ortağı ve bazılarının kurucusu yine Rothschild ailesidir. Bu durumu göz önünde bulundurarak, dünya ekonomisine yön veren aile tanımı aslında hiç uzak bir tanım değildir. Bu bilgilere kısa bir araştırmayla herkes rahatlıkla ulaşabilir.
Rothschild ailesinin birazda savaşlardaki rolüne bakalım; ilk deneyimleri Napolyon’un İngiltere ile yaptığı Waterloo Savaşı ile olmuştur. Bu savaşta Rothschild’ler her iki tarafada yüksek faizle para vermiş ve savaşı çift taraflı olarak finanse etmiştir. Savaşın tek galibi onlardır.
1839 yılındaki bu savaşta aile İngiltereyi Çin’e karşı savaş açmakta ikna etmiş ve savaşın finansörlüğünü üstlenmiştir. İngiltere galip geldiğinde ise ödül olarak Hong Kong’un yönetimini kendilerine vermiştir. Burada kurulan HSBC Bank, Rothschild ailesinin para baronluğunu tescillemesinin yanında afyon ticaretini kontrol altında tutma gücüde vermiştir.
Filistin topraklarının Osmanlı Devletinden ayrılması ile birlikte İsrail Devletinin kurulmasının önü açılmış ve 1917 yılında yayınlanan “Balfour Bildirisi” ile ilk adım atılmıştır.

Dünya sahnesinde devletlerin kontrolünü dahi elinde bulundurabilen bir ailenin sayısı algıladığımız gibi 8-10 kişi değil, günümüzde yaklaşık 1500-2000 kişi arasında olduğu tahmin edilmektedir. Bildiğimiz yada bilmemiz istenen gerçeklerin yanında asıl geçekler biraz ütopik gelebilir. Ancak en azından bilmemiz gerekir ki bahsi geçen aile bizimle aynı dünyada yaşamaktadır. Bir sonraki yazımızda Rothschild ailesinin başka hangi savaşlarda etkin olduğu ve diğer yöntemlerini irdeleyeceğiz. Selam ile...

11 Şubat 2014 Salı

Firavun Hanedanlığı, İngiliz Kraliyet Ailesi ve ABD Başkanları

Uzun uzadıya irdelememiz gereken konuya başlamadan önce temel oluşturacak birkaç önemli detayı paylaşmak istiyorum. Aslında bunlar alenen açık edilmiş ancak istemedende olsa görmekte zorlandığımız şeyler. Aynı zamanda daha önceki yazılarımızda bahsi geçen konuların çıkış noktası da dolaylı olarak bahsedeceklerimize bağlanabilir.
Yeryüzünün bütün zenginliklerini kontrolü altında tutan güç odaklarının varlığı, günümüz bilgi çağında artık gizlenebilen bir durum değildir. Biraz zaman ayırdığınızda tüm detayları görece güvenilir kaynaklardan edinebilir, hatta bahsi geçen güç odaklarının kendi kaynaklarında dahi bulabilirsiniz. Peki kim bu güç odakları? Yukarıda bahsettiğimiz gibi buna karar vermeden önce konumuza temel oluşturacak detaylara bir göz atalım.
İngiliz kraliyet ailesinin erkekleri sadece kraliyet ailesinden kızlarla evlenebilir. Amaç geneteği korumak ve dışarıdan herhangi bir müdahale ve hak iddiası olmasına izin vermemektir. Bu ensest ilişkinin bir benzerinin de firavun hanedanlığında olduğunu biliyoruz. Firavunlar birinci dereceden akrabalarıyla (anne ve kızkardeşleri) birleşerek genlerini olabildiğnce saf halde tutmaya çalışmış ve bunda da başarılı olmuşlardır. Hepimizin bildiği en meşhur firavunlardan Tutankamon (M.Ö. 1333-1323) başka bir anneden olma kızkardeşi ile resmi olarak evlenmiştir.
Bir de Amerikan başkanlarına bakalım; Barrack Obama ve George W. Bush 11. Dereceden kuzendir. Köleliği sonlandırmasıyla tanıdığımız Abraham Lincoln yine Bush’un 7. derece kuzenidir. Eski başkan adayı ve Dış İşleri Bakanı John Kerry, 2004 seçimlerinde karşı karşıya geldiği Bush ile 9. Derece kuzendir. Barrack Obama tam altı Amerikan eski başkanı ile akrabadır. Dolayısıyla bu isimlerin tümü akrabadır;  George Washington,  George H.W.Bush, Gerald Ford, Lyndonn Johnson, Harry S.Truman ve James Madison. Daha hayattayken “dünyanın en kötü üne sahip insanı” olarak tanımlanan Aleister Crowley (İngiliz medyum, büyücü, okultist) baba Bush’un “değerli” eşi Barbara Bush’un babasıdır. Devletler bazında günümüz küresel gücü şüphesiz ABD’dir. Devletler üzeri oluşumların yer aldığı, ekonomik açıdan dünyayı yöneten tüm kurumlara ev sahipliği yapan bir ülkeyi var olduğundan beri tek bir soy yönetmektedir. Peki bir devletin başkanlarının neredeyse tamamının akraba veya kan bağı olması ne derece önemlidir? Bunun cevabını ileriki yazılarımızda irdeleyeceğiz.
Bir başka ilginç detay ise Hollywood ünlüleri arasındadır. Celine Dion (şarkıcı), Madonna (şarkıcı), Tom Hanks (oyuncu) ve daha birçok benzer isim ABD başkanları ile veya İngiliz Kraliyet Ailesi ile aynı soydan gelmektedir.
Biraz daha ekleyelim; 17. Yüzyılda yaşamış olan Thomas Hinckley isimli koloni patronu hem Obama hem de Bush ailelerinin atasıdır. Bush ailesi ayrıca İngiltere Kralı II. Charles, Winston Churchill ve Godfrey de Bouillon (1. Haçlı seferi lideri / 1099 Kudüs hükümdarı) ile de akrabadır.

Firavun Hanedanlığı, İngiliz Kraliyet Ailesi ve ABD Başkanlarının kan bağının neden bu denli önemli olduğunu ve aralarında ki bağın ayrıntılarının ne olduğunu araştırmak isteyenler birçok kaynağa rahatlıkla ulaşabilirler. Bundan sonra ele alacağımız hemen her konunun altından bu aileler ve uzantıları çıkacaktır. Selam ile…

5 Şubat 2014 Çarşamba

Subliminal / Bilinçaltı Mesajlar (2)

Genetik kültürümüz, sosyal yapımız ve aile kültürümüz algı filtrelerimizi oluşturan etmenlerdir. Bu etmenlerin yoğunluğu tutumlarımızı, tutumlarımız da davranışlarımızı etkilemektedir. Tabiatımız gereği beynimiz birçok konuda kendini koruyabilen bir yapıya sahiptir. Yukarıda bahsettiğim algı filtrelerimiz çerçevesinde tehdit olarak algıladığı her bilgiyi koşulsuz reddederek kendiliğinden bir koruma sistemi geliştirmiştir. Basit bir örnek ile; araba kullanırken yolu görmek zorundasınızdır ve öyle de yaparsınız. Ancak yol sadece bilinçli olarak yoğunlaştığınız yerdir. Aslında yolun kenarındaki kaldırımı, evleri, dükkanları ve bunların ne renk olduğunu beynimiz kayıt altına alır. Araba kullanırken dikkatinizi yola vermeniz gerektiğinden, diğer tüm ayrıntılar beynimiz tarafından tehdit olarak algılanır ve bilincimize bunları reddetme telkininde bulunur. Bu savunma sisteminin açık vermesini ve tehdit olarak algıladığı bilgileri / mesajları tehdit olmaktan çıkarmak bilinçaltı mesajların görevidir. Bilinçli olarak algıladığımız tehditlere karşı anında savunma sistemimizi harekete geçirerek tepki verebiliyorken, bilinçaltı mesajların farkında olmadığımızdan, doğru yöntemlerle iletilen tüm mesajlar tutum ve davranışlarımıza etki etmektedir. Reklam örneklerinde olduğu gibi sürekli tekrarlanan bilgi, beynimizin o bilgiyi sıradan bir mesaj olarak algılamasını ve tehdit kapsamından çıkarmasını sağlayan bir yöntemdir. Bu ve bunun gibi birçok yöntem görsel ve işitsel olarak sosyal ve psikolojik hayatımızın içerisindedir.
Özellikle çocukları hedef alan bilinçaltı mesajlar, beyinleri boş ve bilgi düzeyleri düşük olduğundan; çizgi film, oyuncak ve benzeri yollarla çocukların gelişimine olumsuz etki etmektedir. Sosyal video paylaşım sitelerinden, özellikle çizgi filmlerde ne gibi mesajların, ne şekilde iletildiğine “çizgi filmlerde bilinçaltı mesajlar” şeklinde aratarak inceleyebilirsiniz.
Kapitalizmin fikir babalarından Freud’un en büyük kozu olan cinsellik, bilinçaltı mesajların risklerinde de en başı çekmektedir. Televizyon, gazete, afiş gibi mecralarda, hatta sokaklarda bile cinsellik; ekonomik ve sosyal statü kazanımları amacıyla bireysel ve kurumsal açıdan istismar edilmektedir. Aslında istismarın da ötesinde bilinçli bir şekilde “sıradanlaştırılmaktadır”. Bu sıradanlaştırmanın amacı insanların tek düze düşünmelerini sağlayarak, uzun vadede tek bir dünya düzeni oluşturmaktır. Bu konuyu daha sonra irdeleyeceğiz.

Peki tüm bunları kim ya da kimler, neden yapmaktadır? Bir çizgi filmin içerisine saklanan bilinçaltı mesajın amacı ne olabilir? İnsanoğlunun en hassas ve özel olan cinsellik dürtüsünün bu kadar sık ve alenen kullanılmasındaki amaç nedir? Ekonomik çıkarlar ve sosyal yozlaşmayı amaçlamanın yanında başka nedenler var mıdır? Tüm bu sorulara cevap arayalım. “Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağırlar, dilsizlerdir.” (Enfal/22). Selam ile…

28 Ocak 2014 Salı

Subliminal / Bilinçaltı Mesajlar (1)



29 Ocak 2014 Çarşamba
İnegöl Okur Gazetesi



Günümüz iletişim dünyası, algılarımızı aşan teknik ve telkinlerle donatılmış şekilde her kültürde, her yaşta ve cinsiyette insanı etkileyebilen / yönlendirebilen bir sistem üzerine kurulmuştur. Her bilimsel gerçeğin keşfinde olduğu gibi bu gerçek de insanların yararına ya da sonuçlarına bakılmaksızın zararına hizmet eder hale sokulabilmektedir. Bilinçaltı mesaj tekniği, bu uygulamaların en yaygını ve yönlendirme kabiliyeti en en güçlü olanıdır.
Bu teknik ilk kez 1957 yılında James Vicary tarafından New Jersey’de “Picnic” adlı bir filmin sinema gösterimi sırasında bilinçli olarak deneylenmiştir. Vicary, her 5 saniyede bir flaş şeklinde patlayan ve gözle görülmeyen ancak beynimizin algıladığı bir görüntüyü ekrana, saniyenin 1/3000’i gibi kısa bir süre aktararak gözlem yapmıştır. “Coca Cola için!” ve “Acıktınız mı? Popcorn Yiyin” şeklindeki perdeye yansıyan ve gözle görülemeyen mesajlar, o seanslarda popcorn satışını %57,8, kola satışını ise %18,1 oranında artırmıştır. 1974 yılına kadar uygulanan benzer çalışmalar, bu tarihte Amerikan Milli İletişim Komitesi tarafından yasaklanmıştır. Ancak sözkonusu durum sadece bilinçaltına yönelik olduğundan önüne geçilmesi mümkün değildir ve günümüzde de farklı amaçlar için hala sürdürülmektedir.
Bu yöntem görüntü ile olduğu gibi ses ile de uygulanabilmektedir. Kulağımızın duyabileceği ses aralığının altında ya da üstünde algıladığımız her ses, biz farkında olmasak bile beynimiz tarafından algılanabilir. Ancak görsel iletişim toplumsal açıdan çok daha yaygın olduğundan yoğunluk bunun üzerinedir.
Algı düzeyimizi aşan her iki durumda da beynimiz bir kayıt cihazı gibi görüntü ve sesleri kaydederek, yaşamımız boyunca yaklaşımlarımızı, tutumlarımızı ve davranışlarımızı direk etkileyebilmektedir. Yöntemin ortaya çıkışı pazarlama amaçlı olsa dahi toplumları yönlendirme gereksinimi duyulan her konuda kullanılmaktadır. Bu konuların topluma faydalı olup olmadığı, uygulama mecralarını ellerinde bulunduran kişi ve kurumların insafına bırakılmış durumdadır. Herhangi yasal bir yaptırımı bulunmayan ve denetlenemeyen bu yöntem, başta çocuklar olmak üzere tüm toplumlar üzerinde bir risk unsurudur. Risklerin neler olduğu başlı başına örnekleriyle irdelenmesi gereken bir konu olduğundan daha sonraya bırakalım.
Üzerinde durulması gereken bir diğer ayrıntı ise yöntemin etkisidir. Kola ve popcorn örneği ölçülebilir sonuçlar verdiğinden iredelemek daha olasıdır. Ancak pazarlama dışında kullanılan ve amacını tespit edemeyeceğimiz durumlarda bu etki uzun vadede, toplumsal tutumları etkileyen ve kontrolü sağlanamayan sonuçlar doğurabilir. Örnek vermek gerekirse; Amerikan halkı üzerinde 11 eylül saldırısının “müslüman teröristler” tarafından yapıldığına dair oluşturulan algı halen devam etmektedir. Aksi defalarca kanıtlanmış olmasına rağmen yıllardır izlenen genel politika ve sürekli telkin edilen bilinçaltı mesajlarla Amerikan halkının gerçeği görme yeteneği ortadan kaldırılmıştır.
Böylesine geniş kitleleri etkileyebilen, sonuçları bakımından oldukça önemli olan bilinçaltı mesaj tekniği konusu ne yazık ki toplumumuzda ve iletişim mecralarımızda pek fazla dile getirilmemektedir. Sebebinin de ayrıca tartışılması gerekirken, “toplumsal önderlerimiz” tarafından dile bile getirilmemiş ve görünen o ki hiçbir zamanda getirilmeyecektir. Selam İle…